Bu gün gündüz hava sıcaklığı bana göre 25 cc kadardı. Akşam 19 gösteriyor, metoroloji. Dışarıda halı kilim yıkanır ve ceketsizde dolanılır oldu. Sobalar çıkarılmya başlandı. Köyde ki ortam, şehirlere göre daha sıcak. Onlar dışarı çıkamazken biz rahatız. Fakat, kalabalık eski şen günleri özlemiyor değiliz. Hani derler ya: Burnumuzda tütüyor o günler. Elbetteki tekrar gelecek.
Bu resimleri ve videoyu, bizim evinden önünden Nurali Baba'ya doğru giden yol ve kenarlarındaki bahçe ve tarlalarda çektim. Evden çıktım giderken dikkatimiz çekti, yürüdüğüm bu güzergahın sağında ve solunda bulunan bahçelirin, benim hatırladığım en eski sahipleri kimlerdi? diye. En erken tarih olarak 1970'lerdeki, sahiplerini hatırlıyorum.
Mesela Havuzun önünden Nurali Baba Türbesine doğru olan bahçeliri sağlı sollu sıralayalım. Hatırlayabildiklerimi lakabı ve isimleri ile hatırlayamadıklarımı da yalnız isimleri yada yalnız lakabları ile yazacağım. Bizim sıramız geldiğinde bizimde lakabımızı yazacağım. Bu bahçelerin sahiplerinin bazılarının ise ikinci sahipleri dahi yaşamıyor. Fakat ben hatırladığım en eski tarih olarak1970'lerde ki sahiplerini burada yazıyorum.
Havuzun altındaki üçlü bahçe. Acarın kızı Sultan, Ahmet( Ağa) İLHAN ile Mustafa İLHAN( Çolak Mustafa), İbrahim İLHAN(Ağanın İbrahim), Alhasın Yusuf, Hüseyin YÜCEL(Fidanın Hüssük), Köpük, (Deli Hanımın) Esme AKKOYUN, Satı EROL(Çiniğin Satı), Süleyman ÇALIŞKANOĞLU(Silikko), Emir, Celil PEKTAŞ(Cellaloğ), (Kulunun)Hasan SEVİM, (Kulunun)Hüseyin SEVİM, Süleyman ÇAĞLAR(Postacı), (Hacı Minnet)Minnet PEKTAŞ, (Kepeneğin)Hasan PEKTAŞ, Şemşi bibi, (Kepeneğin)Garip PEKTAŞ, (Coklamın) Hasan PEKTAŞ, (Coklamın) Bektaş PEKTAŞ, Satı İLHAN-Bu bahçeye Pirinin yada Kalenderin İhsan'ın da derlerdi.-Hasan PEKTAŞ(Afganlı), Abidin ŞENOL(Kekeç Abidin), (Daloğun)Hüseyin SEVİM, (Dalağun) Yeter SEVİM, (H. Koyunun)Mustafa SEVİM, (H. Koyunun)Battal SEVİM, Güccük Muhtar, (H. Koyunun)Adıgüzel SEVİM, (Topal Yusuf yada Tozlu) Yusuf SEVİM;
(Yazmaktan imtina ettiğimden lakabı yazmadım.)Gazi - Nazife ÜLGER, (Kör Hüssük)Hüseyin KARAKAŞ, Cahir SEVİM, Öksüz bibi, Musa YOLDAŞ, Hıdır GÜLŞEN, (Kolu Kısa) Mehmet ALTUNOK, Annoğ ALTUNOK, (Çavuş-rahmetli Fatma abla bir lakap daha takmıştı; fakat yazamıyorum.)Aliseydi AĞKILIÇ, (Kadeferin) Yusuf AKYILDIZ, (Pirinin) Fatma İLHAN, (Garip Çavuşun) Mustafa ARKADAŞ, Garip ARKADAŞ, (Çırıl)Cafer ARKADAŞ, (Oğlu Duman Haydar'dan korktuğumdan yazamıyorum.)Yusuf AĞKILINÇ, (Hallikgoğ)Halil AĞKOÇ, (Şıpşıp)Hüseyin GÜN, (Gemikçinin) Musa ÇİFTÇİLER, (Alicoğun) Hüseyin DELİKAYA, Haydar GÜLER, Nuriye İLHAN;
Gazi Gölü civarı: (Cıldır) Hüseyin ÖZSEVİM, (Camanın) Sultan YUMUK, (Cura) Yusuf ÇAĞLAR, (Dada) Mercan KARAOĞLAN, (Cöne) Zehra AKKOYUN, (Alibalının Mamoğ) Mehmet BALCIOĞLU, İsmihan ÇAĞLAR,
Bir kaç anı aktarayım. Yaşanmış yani. Darılmaca olmasın.
Bir akşam dedemler gitmiştim. Akşam karanlığı basmış lambaların yakılma zamanı gelmişti. Odaya girdim, dedem(Geçinin Mustafa) ve komşusu ve akrabamız (Sebet)Süleyman amca. Biri makatın bir köşesinde, diğeri diğer köşesinde dizlerinin birini katlayıp karınlarına dayamış oturuyor ve heyecanlı heyecanlı mühim olduğunu sezdiğim bir şeyler konuşuyorlar. Oysa o gün, Süleyman amca eşi (Cöne)Zehra teyze ile kavga etmiş ve ona: "Sen benim anam bacımsın, artık bu evlilik bitti" deyip, evi terk edip dedem gile gelmiş. Akşam yemeği zamanı geldiğinden, Cöne bibi akşam yemeğini hazırlamış ve kocasını çağırmaya geldi. Kapıyı tıklatıp dikkati çektikten sonra gülümseyerek: "Abi, akşam yemeği hazır, hadi evimize gidek," der demez Süleyman amca öfkeyle kalktı "kes o..." diye salladı, Cöne bibi güle güle kaçtı, büyükler araya girdi ve sonunda Süleyman amca akşam yemeğine değilse de o gece eve döndü. (Allah rahmet eylesin.)
1970'lerde Adığüzel abi Almanya'da. Birgün akrabası ve iş arkadaşı olan (Yakubun) Hüseyin'e: Hüseyin ben Türkiye'ye döneceğim, diyor. O da, "bu fırsat ele geçmez. İşinde iyi, maaşında. Buradaki hayatı orada bulamazsın Adıgüzel," diyor. Bunun üzerine Adığüzel abi: "Ahmetcenlilerin ağası kalmadı, ben gidip ağa olacağım," diyor. Hüseyin abi bu söz üzerine:" Adığüzel, olacaksan evinin ağası ol, ne yapacaksın Ahmetcenlilerin ağalığını?" diyor, fakat Hüseyin abinin sözü işe yaramıyor.(Allah rahmet eylesin.)
Köroğlu: Silah çıktı, Mertlik bozuldu, demiş. Kapitalizm ve Alman parası çıkınca ağalığında bozulacağını, yok olacağını Adı güzel abi görememişti.
(Alibalının Mamaoğ) ile babam müsaip kardeş. Buna rağmen çocukların kavgası yüzünden büyükler olarak çok kavga ettik. Yine böyle bir durumda bir savaş başladı. Onlar kalabalıktı. Baskına uğrayıp eve sığınan bizdik. Bağırıp çağırmaları yukarı mahalleden duyan Urkuya halam neler oluyor diye aşağıya doğru geliyor. Geliyor ki: rahmetli Mamoğ amca dutun dibinde, küfrediyor. Gözü görmediğinden o(Mamoğ amca) bizim kapıya kadar gelemiyor. Urkuya halam da durumu bilmiyor: "Mamoğ amca neler oluyor kime küfür ediyorsun?" diyor. Mamoğ amcanın gözü görmediğinden halamı da tanımıyor. "Allah ne olur beş dakikalığına bir gözümü aç ki gidem de şu Hüsniye(Anamı)yi bir şey... edeyim," diyor Bunun ardından halam durumu anlıyor, kiminle kavga edildiğini ve "kes sakalına..." diye saydırıyor. (Allah rahmet eylesin.)
Sonra ne oluyor. Üç gün sonra çocuklar beraber oynamaya başlıyor, bir iki ay içerisinde büyükler bir birbirleri ile tekrar konuşmaya başlıyor ve dostluk, komşuluk ilişkileri hiç bir şey olmamış gibi, yeni bir kavgaya kadar sürüyor.
Dada Mercan ile Deli Hanımın Esme kavga ediyor. Küfrün bini bir para. Kadir amca ise evden çarşıya gidiyor. Kadir amcanın çarşıya gittiğini görünce, biri diğerine: "Kadiir, Kadiiir... (Ap açıkbir dille)Gelde şunu şey... et," diyor. Diğeri de : "Hayyt, ben Kadirin babasının sinine..." diye, sallıyor bol kepçeden. Bunun üzerine Kadir amca, sakin sakin geliyor ve "G... verenler ben size ne ettim ki, babama küfür ediyorsunuz? diyor. Küfreden ise "şu o... böyle böyle dedi, bende kızıp öyle dedim, kusura bakma Kadir," diyor.(Allah rahmet eylesin.)
Sonuç. Böylesi bir hararetli kavgadan dolayı dahi üç gün sonra taraflar barışıyorlar. Kızınca göz önünü görmez, Allah verdi ise sallarız, dünkü koru komşu ve can dostumuza. Fakat bu küfürler ve esip gürlemeler bir tür şişenin gazını almak gibiydi. Her iki tarafta bu topları atar, cephaneler biter ve barış masası ortaya gelirdi. "Ne yağmur yağmış, ne gök gürlemiş."
Şimdi toplamı bir arsa büyüklüğünde olan bir bahçe var. Baba vefat edince üç varise kalıyor bu bahçe. Kardeşler bu bahçeyi paylaşınca sınır belirlemek gerekiyor. (Eskiden)Bahçe sınırlarına iğde ağacı dikerek ve aralarını doldurup kuşak çekerek bu sınırlar tespit edilirdi. Bahçe sınırlarına dikilerek oluşturulan çalılardan bu çite, burada "siyeç" denir. Kardeşin biri alır eline bir çalı parçasını sınır olarak tahmin ettiği yere yere dikmek ister. Diğer kardeşi, bir karış ötesini gösterir ve öteye dikmesini ister. Bir karış öteye mi yoksa beriye mi siyeç dikilecek hususunda bir kavga başlar. Kardeşlerden biri orağı kardeşine bir sallar ve isabet ettirir.
Bu olayın ardından araya başka büyükler girer ve sınır tespit edilir. Bir süre sonra tekrar barışılır. Bizde deyim çoktur: Kardeş kardeşi atar, yar başında tutar. Kardeş kardeşi bıçaklar, geri döner kucaklar...
Birde hoş bir anı anlatayım. Sanırım 1970'lerin başı yada altmışları sonu idi. Köyümüze elektrik ilk olarak gelmişti. Evlere elektrik tesisatı döşeniyordu ve herkes bir sevinç ve heyacan içerisindeydi. Herkes evlerine elektrik almak istiyor. Fakat kimin eşi gurbette, kimin şu an parası yoktu. Rahmetli amca oğlu (Daloğun)Ali SEVİM Almanya'dan izine gelmişti. Köyümüze gelen ve elektrik tesisatı döşeyen Aydın ustaya, şu şu şu evlere elektrik tesisatı döşe parasını vereceğim, demişti. Kendileri, bizimki dahil beş eve eletrik tesisatı döşetmişti. Hısım akraba, koru komşuyuz, ilerde onlarda bana öder diye, tereddüt etmeden bu bonkörlüğü ve büyüklüğü yapmıştı. Sanırm Ali abi 1974'de vefat etti. Allah rahmet eylesin.
Rahmetli bana çocukluğumda(muhtemelen 5-6 yaşımdaydım) en büyük para olan madeni 2,5 Türklirasını veren adamdı. Bu 2,5 lira öyle büyüktü ki sanki avuçlarıma sığmıyordu. Para mı çok büyüktü, avuçlarım mı çok küçüktü, bilemiyorum?
Ben her yıl bu aylarda bahar resimleri çeker paylaşırım, bu yerlerden. Her bahar bu renk cümbüşü ve bahar neşesi esintileri görür ve koklarız. Yeşilin sarı, alın mor ile karıştığı bu doğa olayında. Fakat, renkler aynı, zaman ve mekan aynı, nebatların isimleri aynı olsada, bu sarı çiçekler geçen yılkı çiçek, bu yeşil geçenyılki nebatın yeşili değildir. Çünkü bunların ömrü bir mevsimliktir. Bu renk cümbüşünün oluşturduğu bu seneki güzellik bir ay, kırk gün içerisinde sararıp solacak, başını yere eğip kuruyarak ömrünü tamamlayacak. Bu seneki buğday, arpa yeşili, başağı geçen seneki arpa buğday yeşili, güzelliği değil. Onlar geçen yıl ekildi, çimlendi, beslenip serpilip gelişti ve tohuma dönüşerek ömürünü tamamlayıp öldü. Yani aynıymış görünen şeyler, hakiyette aynı değil.
Bahsettiğimiz tarlalarda ve bahçelerdeki nebatların akıbeti olduğu gibi; biz insanların akıbeti de aynı. Arpa ile buğdayın toprağa düşmesi ile ölümü arasında ki süre ortalama 7-8 ay. Bu tarla ile bahçelerin sahipleri olan insanların ortalama ömürü ise 700-800 ay. Bu ova her yıl sarı ile yeşile boyanacak ama, o sarı ve yeşiller aynı sarı ve yeşil olmayacak; bu ovadaki tarla ve bahçelerin her zaman sahipleri olan ve bu topraklarda ömür tüken insanlar hep olacak; fakat bu insanlar aynı insanlar olmayacak- yukarıda yalnızca isme dönüşmüş insanlar gibi...
Sahi bu topraklar, bağlar, bahçeler ve evler barklar kimin ki? Yukarıda bir kısmının isimleri sayıp döktüklerimin mi? Onlarınki ise bu topraklar, topraklar burada onlar nerede?
Bir yanımız insan olma hasebiyle elbetti dünya, madde. Dünyevi, maddi ihtiyaçlarımız için elbetteki mal, mülk ve para gaiyesi gerekli. Fakat biz bir yanımız ile de, Yaradının "Biz onun burnundan üfleyerek ona can verdik," dediği, dünyeviliği, maddi olanı aşan kutsiyet potansiyeli olan, uhrevi(ahiret- öte dünya) bir yükümlülüğe de mecbur edilmiş varlıklarız.
Mutasavvıflar uhreviyatı, öldükten sonra dirileceğimiz ve ebedi yaşayacağımız ahiret, öte dünya hayatı olarak görmezler. Mevti Tabi, Mevti İradi diye tasnif ederek ölümü sınıflandırırlar. Mevti tabi: Doğal, maddesel, bedensel ölüm. Bitkilerin, hayvanların ve insanların ölümü, maddi olarak yok oluşu gibi.
D. Cündioğluna bakılırsa Platon(Sokrates), ruhun üç halinden bahseder. Nebati (bitkisel) hayat, hayvani hayat ve insani hayat ( ruh= İslamiyet ve tasavvuf da nefs ile karşılanır). Platon bunları ayrı olarak ele alır. Aristo ise bir bütünün üç hali gibi görür. Madenler canlı kabul edilmez. Bundan dolayı nefs yada ruhun halleri canlılara aittir.
İnsani hayatının bir altı hayvani hayat, hayvani hayatın bir altı ise bitkisel hayattır. İnsan bu üçünden mürekkeptir. Bir başka açıdan canlıların en üst modeli, ussallığı, akliliği dolayısıyla insandır. İnsan iki alt formu da kapsar; fakat bitki ve hayvan kendi başlarına ve beraber dahi, insanda içkin olmasına rağmen insanı kapsamaz.
Aristo, bitkisel hayatı çimlenme(doğma), beslenip büyüme ve üreme ile tasnif eder. Hayvani hayatı ise bitkisel hayattan(doğma, beslenip büyüme, üreme) bir öte mertebe ile ve hareket etme, yer değiştirmesi ile ayırır. İnsan ise bitkisel ve hayvansal canlılığın bilinen bu özelliklerini aşan üst modeli sürümüdür. İnanın bu aşkınlığı onun "akledebilme" potansiyedidir.
Bu sebepten dolayı Aristo, yalnızca doğan, büyüyen, üreyen; barınma, bürünme ve bedensel hazların tatmini gibi ihtiyaçları için hayatını sürdüren bu tür insanların hayatına, "kümes hayatı" der. İnsanın bitkisel ve hayvani ihtiyaçlarını ve hazlarını aşan, kendi ihtiyaçları ile hayatın(diğer insanlar ile bütün alemin) ihtiyaçları arasında bir bağ kuran ve kendini, kendinden öte, kendinden daha büyük bir hayatın, bütünün bir parçası olmaya adayan insanlar ise Mevti İdari ölümü gerçekleştirmiş, seçmiş olur.
İnsan hem dünyadır, maddedir hemde mana. Bedensel olarak(Mevti Tabi) illaki öleceğiz, bütün bitkiler ve hayvanlar gibi. Fakat Mevti İradi olarak ölebilme yeteneği bir tek insanda vardır. Bu ölüm, aslında bir (yeniden)doğuştur. Bu sebepten dolayı Mevlana: ...ölüm günü Sevgili’ye, Hakk’a kavuşma günüdür"demiştir. Hakk, Sevgili, Vahdeti Vücut açısında bütün mevcudat, bütün alemdir.
Allah herkese böylesi ölüm( Mevti İradi) nasip etsin. Sarı ile yeşilin, gök mavisi ile güneş ışıltısının kaynaştığı renk cümbüşünde bir bir hayat dilerim, bu satırları okuyanlara.
2011
yılından bu güne kadar olan veriler işlendi; Açılmayan videoların sebebi, o
videoların bulunduğu hesabımızı Youtube’nin silmesinden dolayıdır.
2011
yılı öncesine ait olan verilerin işlenmesi zaman alacak. Fakat hemen hemen
geçmişe ait olan resimlerin tamamının kopyası var. Yakında onların tamamına
nasıl ulaşacağınız açıklanacaktır.
Aradığınız
eski haberleri bulmak için: Sayfamızın üst ve alt kısmındaki menüde “Arşiv”
linkini tıklayınız. “Anahtar Kelime” karşılığına aradığınız haber başlığından
bir iki kelime yazın, “Haber Ara” yı tıklayın.
Aradığınız
kelime başlıkları sıralanacaktır. Büyük harfle aradığınızı bulamazsanız, küçük
harflerle yazın.
Başka
bir yolla “Google” ye yazıp arayın. Google sitemizdeki haberi bulur.
Bütün bunlara rağmen aradığınız bulamazsanız,
Sitemizin
alt ve üst kısmındaki "İletişim" menüsünü tıklayıp, bana mesaj gönderiniz.
Yazar isimlerinin sıralanması otomatik olarak, en son
yazan yazarın en üste gelmesi şeklinde oluşmaktadır